Yokluk ve Sefalette Dahi Kardeşini Düşünen Somali
Yokluk ve Sefalette Dahi Kardeşini Düşünen Somali
01.03.2017
İHH'nın Somali'de 700 büyük baş kurban kesimine nezaret etmek üzere 23.10 2012 Salı gecesi saat 23.25 de Atatürk havalimanından 8 kişilik bir ekiple önce Cibuti'ye oradan da Somali'ye uçuyoruz.


Saat 07.30 civarında Somali'nin başkenti olan Mogadişu havalimanına vardığımızda bizi 1.5 yıldır Somali'de bulunan İHH temsilcisi Taner kardeşimiz ve partner kuruluşumuz olan Zemzem Foundation kuruluşunun değerli yetkilileri karşılıyor.

Havalimanında partner kuruluşumuzun temsilcileri tarafından oldukça sıcak bir karşılama ile karşılanıyoruz. Fakat havalimanı yetkilileri için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. 20 yıldır süren bir iç savaşın etkisinden dolayı devletin varlığı hemen hemen yok denecek kadar az. Kendilerinin de bir devlet olduğunu ispatlama adına gereksiz formaliteler çıkarıyorlar karşımıza havalimanında. Bagajlarımıza ulaşmak oldukça zor olsa da, sonunda bagajlarımızı onca bagaj arasından bulup, güç bela çıkabiliyoruz havalimanından. Meraklı ve bir o kadar da heyecanlı gözlerle çevremizi ve insanları gözlemliyoruz. Hemen havalimanının önünde bizden yardım talep eden çocuklar ve düşkünlerle karşılaşıyoruz. Bizi gördükleri gibi "Turko Turko" diye seslenerek sevgi gösterileri ve yardım talepleri ile yanımıza yanaşıyorlar. Bizim Türkiye'den geldiğimizi ve Türk olduğumuzu hemen anlamış olmaları şaşkınlık oluşturuyor bizde. Daha sonra anlıyoruz ki Somali'de Türkiye'nin ciddi çalışmaları ve gayretleri olduğundan, Somali'ye gelen hemen her beyaz tenliyi Türk zannediyorlar. Fakat mihmandarlarımızın uyarıları ile münferit yardım yapmamamız bize tevdi edildiğinden, kimseye bir şey vermeden araçlarımıza binerek uzaklaşıyoruz havalimanından. Havalimanına çok yakın olan ve adını sonradan öğrendiğimiz, beş gün boyunca konaklayacağımız Sahafi Hotel'e doğru yola koyuluyoruz. Mogadişu'da kalacağımız günler boyunca korumalığımızı yapacak askerlerde bize nezaret ediyorlar. Hala süren bir savaş olması hasebiyle devlet bizi koruyamayacağını ve güvenliğimizi kendimizin sağlamamız gerektiğini söylediğinden partner kuruluşumuz bütün hazırlıklarını yapmış. Yolda ilerlerken bir ülkenin başkentine mi yoksa bir kasabaya mı geldik diye geçiriyoruz içimizden. Yollar perişan, evler harabe, savaştan dolayı kurşun isabet etmemiş hemen hiç ev yok denebilir. İnsanların yüzlerinde savaş, sefalet ve yoksulluk belirtileri hemen fark ediliyor.

Otele yerleşip kahvaltımızı yaptıktan sonra İHH'nın finanse ettiği ve yetmiş öğrencisi bulunan "Fathurrahman Kur'an Kursu" nu ziyaret ediyoruz. Kur'an Kursu'na vardığımızda bizi Kur'an Kursu yetkilileri ve hocalar karşılıyor. Öğrencilerin çoğunun okulda olması hasebiyle çok az sayıda öğrenci olduğunu fark ediyoruz. Kur'an Kursu iki sınıftan oluşuyor. Sınıfların birinde sekiz erkek, dokuz kız öğrenci Kur'an eğitimi alırken, diğer sınıfta iki öğrenciye bir kitabın düştüğü on iki öğrenci İngilizce dersi alıyor. Çocuklara yanımızda götürdüğümüz hediyelerimizi takdim ediyoruz. Gözlerindeki sevinç ve mutluluk görülmeye değer. Aralarından biri bize Kur'an okuyarak, diğeri edinmiş olduğu İslami bilgileri ile maharetlerini gözler önüne seriyorlar. Çocukların bu yokluk içinde bu müthiş heyecan ile var olan öğrenme aşkları hepimizi hem ümitlendiriyor hem de hüzünlendiriyor. Umutlarımızı, dualarımızı ve yüreğimizi o güzel yüzlü çocuklarla bırakarak ayrılıyoruz Kur'an Kursundan. Yüz elli tanesi başkent Mogadişu'da beş yüz elli tanesi Somali'nin farklı kentlerinde kesilmek üzere taksim edilen kurbanların beslendiği alana doğru uzun bir yolculuk yapıyoruz. Yolculuk mu yapıyoruz ralli mi ayırt edemiyoruz. Çünkü yol namına bir şey kalmamış nerdeyse. Çukurlara bata çıka, araçların içinde savrula savrula zorda olsa kurbanlık hayvanlara ulaşabiliyoruz. Buradaki kurbanlık hayvanlar Türkiye'deki hayvanlara nazaran biraz daha küçük, orta boyda hayvanlar. Orada zemzem yetkililerinden kurbanlıklar hakkında biraz bilgi aldıktan sonra şehre doğru yola koyuluyoruz. İlk gün için uğramamız gereken son bir yer var.

Dönüş yolunda zorda olsa günün yorgunluğu ile araçlarda biraz uyukluyoruz. Günün yorgunluğunu ve hantallığını üzerimizden alan müthiş bir manzara ile karşılaşıyoruz. Hint okyanusunun kıyısında İHH'nın yaptırdığı ve hala inşaatı devam eden 400'ü yatılı olmak üzere 1500 öğrenci kapasiteli kompleks bizi oldukça heyecanlandırıyor. Görmüş olduğumuz bu manzarayı hem belgeleyelim hem de geri döndüğümüzde daha rahat anlatabilelim diye araçlarımızdan iner inmez fotoğraf makinelerimizin deklanşörlerine basıyoruz. Yapılan bu kompleks, içerisinde Kur'an Kursu, ilkokul, orta okul, lise, medrese, mescid ve spor sahalarını barındırıyor. İşçiler zor şartlarda hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan çalışıp birkaç ay içerisinde kompleksi yetiştirmeye çalışıyorlar. Kompleksin hemen yanında Kızılay'ın kurdurduğu bir kamp gözümüze ilişiyor. Kampın içerisine giremiyoruz fakat bizim geldiğimizi gören çocuklar hemen etrafımıza toplanıyorlar. Ve her zaman ki gibi "Turko Turko" sesleri ile bizleri selamlıyorlar. Akşam saatlerinde Mogadişu sokaklarında dolaşmamızın pek tekin olmayacağını öğrendiğimizden karanlık çökmeden konakladığımız otele geçiyoruz.

Arife Günü kahvaltıdan sonra otelden zemzem vakfına ait olan ve içerisinde ilkokul, ortaokul, liseyi barındıran ve İHH'nın finanse ettiği yetim öğrencilerin bir kısmının da eğitim gördüğü Fecr okulundaki yetim öğrencilere hediyeler dağıtmak üzere yola çıkıyoruz. Okul 1300-1400 civarında öğrenciye hizmet veriyor. Öğrenciler okul bahçesinde sıraya girmiş bir şekilde bizleri güzel ilahilerle karşılıyorlar.Yanımızda götürmüş olduğumuz kıyafet ve oyuncakları yetim öğrencilerimize dağıttıktan sonra okuldan ayrılıyoruz. Her yerde olduğu gibi okulda da "Turko Turko" tezahüratları eşliğinde ayrılıyoruz oradan.

Zemzem vakfının finanse ettiği Arafat hastanesini ziyaret ediyoruz. 2009-2010 yılları arasında 10.000 katarakt ameliyatı yapıldığını öğreniyoruz. Hastanede doktorların cüzi miktarda maaş ile çalıştığını ve hastalardan sembolik muayene ücretlerinin alındığını söylüyor bize hastane yetkilileri. Hastane ziyaretinden sonra İHH'nın yetim aileleri için satın alıp hibe ettiği dükkanları ziyaret ediyoruz. Bu çalışma hepimizi ziyadesiyle sevindiriyor. Çünkü kafalarda dolaşan "Balık tutmak yerine balık veriyoruz" felsefesi çökmüş oluyor. İHH Somali'de insanlara "balık tutmayı" öğretiyor. Tarım projesi kapsamında, az su ile nasıl tarım yapılması gerektiğini öğrenmek için Türkiye'ye gelip kısa süre eğitim alan öğrencileri, açılan okulları, yetimhaneleri, kompleksleri görünce kalıcı çözümler üretildiğini fark etmek sevindiriyor bizleri. İHH'nın hibe ettiği dükkân sahiplerinden biri ticari zekâsını kullanarak verilen dükkana ilaveten 2-3 dükkan daha açmış. Somalili insanların çok zeki insanlar olduğunu ve ticaretten iyi anladıklarını öğreniyoruz temsilcimizden. Paranın olmadığı yerlerde kontör transferi ile alış veriş yapıyorlar.

Ankara İHH'nın Şehit Necdet YILDIRIM adına 2011 de açtırdığı su kuyusunu ziyaret ediyoruz. İHH 30 tanesi Mogadişu'da olmak üzere Somali'de toplam 1000 tane su kuyusu açtırmış. Su kuyuları Somalililerin su bulma noktasında tek çıkar yolları. Ülkenin %40'lık kısmını elinde bulunduran Şebbab örgütü ile hükümet güçleri arasındaki savaş hala devam etmekte. Somalili halk bir yandan sefalet, açlık ve kıtlık ile mücadele ederken bir yandan da sürüp giden savaş ile tarumar olmakta. Hemen hemen tamamı Müslüman Şafii mezhebine mensup olan Somali'nin sokaklarında gezerken bir tane dahi açık bayan ile karşılaşmamak bizi ziyadesiyle memnun ediyor. Somali'deki ikinci günümüzde son durağımız Türk büyükelçiliği oluyor. Büyükelçilik 19 Ağustos 2011'de Başbakan'ın Somali ziyaretiyle açılmış. Büyükelçi Kani Bey bizi çok iyi karşılıyor. Somali'de faaliyet gösteren bütün Türk yardım kuruluşları ile büyükelçilikte bir araya gelerek bayramlaşıyoruz. Türkiye'de bayram Somali'ye ve hemen bütün İslam ülkelerine göre bir gün önceden kutlandığından orada bayramlaşıyoruz yardım kuruluşları ile. Büyükelçimiz bize biraz Somali'den bahsediyor. Somali'de dört büyük kabilenin var olduğunu ve bu dört büyük kabilenin her birinin meclise 61'er tane milletvekili verdiğini, azınlık kabilelerin ise toplamda 31 milletvekili vererek 355 milletvekilinden oluşan bir meclisin olduğunu öğreniyoruz Kani beyden. "Biz yardımla bu insanlara değil aslında kendimize yardım ediyoruz. Allah'ın bu insanlara tevzi ettiği yardıma biz aracı oluyoruz. Lütfen bu yardımlar sizde bir kibir oluşturmasın" sözlerini Türk büyükelçisinin ağzından işitmek bizi sevindirmekle beraber oldukça şaşırtıyor. Büyükelçinin Somali için çok iyi bir isabet olduğu düşüncesiyle vedalaşarak ayrılıyoruz büyükelçilikten ve konakladığımız otele geri dönüyoruz.

Bayram sabahı otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra bayram namazını kılmak üzere İHH'nın yaptırdığı kompleksin mescidine doğru yola koyuluyoruz. Komplekse vardığımızda Somali'deki yardım kuruluşlarının da orda olduğunu görüyoruz. Hayran gözlerle kompleksi inceliyorlar. Bayram namazımızı hep beraber kıldıktan sonra mescid içerisinde halka oluşturup bayramlaşıyoruz kardeşlerimizle. Renkler anlamsız kalıyor, diller bayramınız mübarek olsun (eayd mübarek) diyor. Bayramlaşmadan sonra iki gruba ayrılıyoruz. Dört arkadaşımızı İHH'nın yaptırdığı mescidin açılışını yapmaya gönderiyoruz. Kalan dört arkadaşımızla da kurban kesim alanına varıyoruz. Zemzem vakfının kiraladığı şehrin dışında 30-40 dönümlük kapalı bir alanda kurbanlar ve kurbanları kesecek kasaplar bizleri bekliyor. Kasapları toplayıp kısa bir konuşma yapıyoruz. Kesimi nasıl yapacaklarını, besmele ve tekbiri unutmamaları gerektiğini özellikle vurguluyoruz. Ve örnek olması hasebiyle ilk kurbanı kendimiz kesiyoruz. Ve daha sonra kasaplar kesime başlıyorlar. İkindiden sonra kesilmiş ve poşetlenmiş kurban etlerimiz kamyonlara taşınırken Somali'li kardeşlerimizin neşeli bir şekilde hep bir ağızdan söyledikleri şarkılar bizi oldukça sevindiriyor. Neşelerine ortak olup, her ne kadar bilmiyor olsak da bizde eşlik ediyoruz şarkılarına. Etleri dağıtmak üzere kompleksin yanında kurulmuş olan kampa gidiyoruz. Kampın içine girmemiz mümkün olmadığından kampın dışında duruyoruz. İnsanlar kamyonumuzun önüne üç sıra şeklinde diziliyor, üç koldan hızlı bir şekilde dağıtımımızı yapıp biraz çocuklarla konuştuktan sonra "TurkoTurko" nidaları arasında oradan ayrılıp otele doğru yol alıyoruz.

Bayramın ikinci gününde de aynı şekilde sabah kurban kesim alanına varıyoruz. Biz vardığımızda kurban kesimleri başlamış ve hızlı bir şekilde ilerliyordu. Kurban kesim alanında, kasapların en büyük ihtiyacının su olduğunu fark ediyoruz. Acı ama gerçek; bizim abdest almak için dahi kullanmakta imtina ettiğimiz suyu içmek için kullanıyorlardı. Ve bu suya dahi muhtaçlardı. Bugünde kestiğimiz kurbanları farklı bir kampta dağıtarak otelimize geri dönüyoruz. Kardeşi Açken Tok Yatmayanların Ülkesi

Bayramın üçüncü günü sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaparak Hint okyanusuna doğru yol alıyoruz. Somali'nin kavurucu sıcağından bir nebze olsun kurtulup kendimizi okyanusun serinliğine bırakıyoruz. Sahilde futbol oynayan çocuklarla maç yapıyoruz ve bol bol fotoğraf çekiyoruz. Saat 10.20 de Mogadişu'dan Nairobi'ye uçmamız gereken uçağa binemediğimizden bir gün daha burada kalıyoruz. Her işte vardır bir hayır diyor ve tekrar dağıtım yapmak üzere başka bir kampa doğru yola çıkıyoruz. Evet, gerçekten her işte vardır bir hayır. Çünkü bu gittiğimiz son kamp oldukça sıkıntılı bir kamp. 711 kişinin yaşadığı bu kampa bizden başka hiçbir yardım kuruluşunun uğramadığını öğreniyoruz yaşlı gözlerden. Bu kampta mülteciler kendi imkânları ile oluşturdukları naylondan evlerde kalıyorlar. Kampa en yakın su kuyusu bir km uzaklıkta. Oradan su taşıyarak ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Kamp içinde dolaşırken bir evin içini görmek istediğimizi rica ediyoruz. Gösteriyorlar evlerin içini; ürperiyoruz, tüylerimiz diken diken oluyor, sesimiz titriyor, konuşamıyoruz. Ev demeye ne hacet dört tarafı kapalı boş bir alandan ibaret. Yerde serili bir şey yok, sadece toprak ve toprağın üzerinde küçük bir minder, başka bir şey yok. Evin önünde ateş var, ateşin üzerinde bir tencere, tencerede yemek var diye düşünüp kapağını açtığımızda kaynayan sudan başka bir şeyle karşılaşmıyoruz.

Kamp içerisinde dolaşırken yanımıza yaklaşan 55-60 yaşlarında bir amca sesi kısılmış bir vaziyette, elini boğazına götürerek işaretlerle bir damla su istiyor. Hiçbir şey yapamamanın çaresizliği ile kahroluyor ve uzaklaşıyoruz maalesef oradan. Kampın içerisinde bir bakkalla karşılaşıyoruz. Sizin sandığınız bakkallardan değil. İçerisinde muhtemelen 5-6 tane biber, 8-10 tane patates, 8-10 tane soğan… vb.. ve 10 tane makarnadan başka bir şey ilişmiyor gözlerimize. 2 tanesi 1 dolar olan makarnaların tanesine 1 dolar verip satın alıyoruz hepsini. Ve kampta dolaşırken rastgele dağıtıyoruz makarnaları. Hüzünlendiğimiz, gururlandığımız, çok şükür burada kardeşlik var deyip gözlerimizin yaşardığı bir sahne ile karşılaşıyoruz. Makarna uzattığımız bir teyze daha önce kendisine vermiş olduğumuz makarnayı göstererek komşusuna vermemizi istiyor. Bu yoklukta, bu sefalette kardeşini, komşusunu düşünen insanların ülkesidir Somali. Kardeşi aç iken tok yatmayanların ülkesidir Somali. Kamp içerisindeki bir topluluğa; "Allah var problem yok" diyoruz. Mütercim çevirdiğinde alkış kopuyor. İmanlı, inançlı, gayretli insanların ülkesidir Somali Somali'de açlık var, sefalet var, yokluk var, savaş var. Ama bir o kadar da umut var, iman var, inanç var. Elhamdülillah.

Yüreğimizi ve umutlarımızı bırakarak havalanıyoruz Somali'den. Bir daha dönmek nasip olur mu acep siyah tenli kardeşlerimizin diyarına...

Yüksel KELEŞ / Somali / 30.10.2012

Trabzon İHH İnsani Yardım Derneği © 2017. Tüm Hakları Saklıdır.