19-24 Haziran 2015 tarihleri arasında 100 çocuğun sünnet ettirilmesi ve 100 aileye Ramazan kumanya yardımlarının dağıtımını gerçekleştirmek için beş kişilik bir ekiple Tunus'a hareket ettik.
Tunus'taki İslami Hareketleri ve Nahda'yı yakından tanıma imkanı bulabileceğim duygusu beni oldukça heyecanlandırdı. Sabah Trabzon'dan çıkıp iki saat İstanbul Atatürk havaalanında bekledikten sonra Tunus'a doğru yola çıktık. Tunus Kartaca havaalanında bizi kardeş kuruluşumuz olan Amel Vakfı'nın yöneticileri karşıladı. Otelimize varıp kardeş kuruluşumuzun yöneticileriyle program hakkında istişarelerde bulunduktan sonra Tunus'un dünyaca ünlü Zeytuniye Camiisini ve Medresesini ziyarete gittik. Zira belgesellerde görüp merak ettiğimiz, hayran kaldığımız bu güzel mekanla aynı atmosferi paylaşıyorduk. Yerel saatle Tunus Türkiye'den iki saat geride olduğundan gecikmeli de olsa iftarımızı Amel Vakfı'nın yöneticileriyle birlikte yaptık.
20 Haziran sabahı başkent Tunus'a 200 km uzaklıktaki Kayrevan kentine doğru ilk sünnet organizasyonunu yapmak için yola çıktık. Kayrevan ülkenin kuzey bölgesinde Akdeniz'e yakın, verimli ve yeşil alanlarının bulunduğu bir il. Burada bizi Amel'le birlikte çalışan Tekaful Vakfı yetkilileri karşıladı. Bu kardeşlerimizde çok samimi ve içten insanlardı. İki göz odadan oluşan klinikte yaklaşık 25 çocuğun sünnet edilmesine bizzat şahitlik ettik. Klinik gayet basit bir muayenehane gibi. Sünneti gerçekleştiren doktorun çocuklara karşı babacan tavrı alışık olduğumuz doktor yaklaşımının çok ötesinde muteberdi. Her çocukta sünnete başlarken Besmele çekmesi, çocukları öperek sakinleştirmesi, operasyon esnasında dua ayetleri okuyarak/okutarak olumlu bir atmosfer oluşturması görülmeye değerdi. Her çocuğa kirvelik etmiş biri olarak yanık kokusunu gün boyu burnumda hissettim; zira kesim işlemini yakarak yapılıyordu. Sünnet olan çocuklara "Yavru Hamsi, Lazoğlu" yazılı TS formaları, balonlar, şekerler ve çeşitli oyuncaklar hediye ettik. Murat ÖZCAN'ın "Bize Her Yer Trabzon" fotoğraflarıyla birinci günün sünnet çalışmasını nihayetlendirdik.
Birinci gün sünnet operasyonundan sonra Kayrevan'da metfun olan Sahabelerden Ebu Zamaa El Belevi'nin Kabrini ziyaret ettik. Türbenin duvarında Sultan II. Abdulhamid tarafından bir nüsha çıkarılarak Tunus'taki dindaşlarımıza gönderilen Hz. Peygamberin Mısır Azizi Mukavkıs'a yazdığı mektubun duvarda asılı olması ve halkın bu jest karşısında bu durumu hâlâ dimağlarında canlı tutması sebebiyle bir kez daha Allah'a (c.c) şükrettik. Kayrevan sokaklarında kısa bir gezintiden sonra ayaklarımız bizi Ukbe Bin Nafi Camisine götürdü. Tunus'tan ve Kayrevan'dan bahsetmişken bu aziz komutandan bahsetmemek olmazdı. Kayrevan şehri Kuzey Afrıka'nın fethi için görevlendirilen Ukbe Bin Nafi tarafından kurulmuş bir şehirdir ve aynı zamanda Kuzey Afrika'da ilk ezanın okunduğu, ilk caminin yapıldığı şehirdir. Bu şehir aynı zamanda Kuzey Afrika ordularının karargah merkezi olarak görev ifa etmiştir. Karargahını Kayrevan'a kuran Ukbe Bin Nafi, Kuzey Afrika'nın tamamını fethettikten sonra Fas sınırında Atlas okyanusuna ulaşmış. Atını okyanusa sürerek "Ya Rabbi! Eğer önüme okyanusu çıkarmasaydın senin adını yaymak için cihada devam ederdim" diyecek kadar mübarek bir insan. Biz bu azmi ve şuuru İstanbul'umuzun fethinde de görüyoruz. Kayrevan ziyaretimizde bu mübarek komutan ve askerlerinin kurduğu ve yaşadıkları şehri aynel yakın müşahade ettik.
Ukbe bin Nafi'den söz etmişken Tunuslu ümmetin bir başka değerli isminden, "Tarih Felsefesinin, Sosyolojisinin kurucusu, ünlü Mukaddime adlı eserin müellifi İbn Haldun'u unutmamak gerek. Tunus kentinin merkezine heykeli dikilen İbn Haldun'u yine ve yeniden okumak, tanımak/tanıtmak bir vazife olsa gerek bizlere. Kayrevan şehrinin daracık sokakları, duvarları beyaza, kapıları maviye boyanmış, damlarının birbirine bitişik evlerin arasında dolaştıktan sonra gönül sofralarını Türkiye'den gelen kardeşlerine açan Osman Yusuf Bey'in evine konuk olduk. Ev halkı konukseverliğin en güzeliyle bizleri ağırladı. Evin bahçesinde enfes çiçek kokuları eşliğinde iftarımızı yaptık. Yolumuz uzun olduğu için erkenden yola çıkmak gerektiğinden ev halkına ve bizimle iftar yapmak için o eve gelenlerle vedalaştık. Aracımızın arkasından "yine gelin" der gibi su ve çiçek serptiler.
Tunus ziyaretimizin ikinci günü sünnet operasyonları için kuzey bölgesinde bulunan Hammam Lif şehrine gittik. Sünnet operasyonunun yapıldığı yer tam teşekküllü bir hastaneydi. Bu hastanenin açılmasına uzun bir süre izin verilmemiş; ta ki Arap Baharı devrimlerinin başlangıcı olan Tunus'ta halk iktidara gelene kadar. Operasyonu gerçekleştiren doktorun adı Muhammed Sasi idi. Dr. Sasi de Kayrevan'daki doktor gibi dindar bir kişiydi. Anladık ki oparasyonları özellikle bu doktorlara yaptırmışlar. Biz de bu anlayışlarından dolayı memnun olduk. Her iki doktor da Nahda hareketinde üst yönetici konumunda olan insanlarmış.
Çocuklar hastaneye mahallelerden ve köylerden servislerle getirilmiş; sünnet edildikten sonra yine aynı servisle çocuklar evlerine götürüldü. Hammam Lif'teki çocuklara da TS logolu formalar, balonlar, şekerlemeler ve çeşitli hediyeler takdim ettik. Buradaki çocukların tamamının kirveliği bize nasip oldu. Ümmetin birliğini sağlayacak, kardeşlik hukukunu tam tesis edecek, gönül coğrafyalarındaki tüm sınırları ortadan kaldıracak gençlerin hayatlarındaki ilk ciddi sınavlarında onları teskin etmeye çalıştık. Bu yavrularımızın canlarını pek yakmadan operasyonu gerçekleştiren Dr. Muhammed Sasi'ye de teşekkür edip bir "TS" forması hediye ettik.
Ziyaretimizin üçüncü günü Ramazan kumanyalarının dağıtımını gerçekleştirmek için ülkenin kuzeyinde yer alan Beja kentine gittik. Evvela Beja kentinde Amel'le birlikte çalışan Darul Musinin'in merkezini ziyaret ettik. Bu merkez aynı zamanda "Darulaceze" işlevi görüyor. Merkezde yaklaşık elli bakıma muhtaç insanın her türlü ihtiyacı gideriliyor ve barındırılıyor. Merkezde kalanların odalarını tek tek ziyaret ettik, ellerini öptük ve dualaştık. Eski bir boksör ile ve Zeytuniye Medresesinde müderrislik yapmış iki kişiyle sohbetimizden bahsetmeden geçemeyeceğim. Tekerlekli sandalyesinde kıpırdamadan ve tepki vermeden öylece oturan dedemizin boksör olduğunu öğrenince yumruklarımı sıkarak boks tabiriyle gardımı aldım. Az önce tepki vermeden ve konuşmadan duran o dedemiz bir anda canlandı, bana yumruk atmaya, gardını almaya başlayınca oradakiler ve hasta bakıcıları da hayret ettiler. Yaptığımız şey aslında çok basitti ama onun kendisine gelmesine yetti. İlgi ve özveriyle insan nasıl hayata tutunurun güzel bir örneğini yaşadık.
Bu yaşlı bakımevinde kalanlardan biri de eski bir müderris. Çeyrek Arapçayla Türkiye'den kendisini ziyarete geldiğimizi, bizimde öğretmen olduğumuzu söyleyince hemen kitaplarını eline aldı. Beni yanına oturttu. Elinde İmam Buhari'nin Sahih-i Buhari'si vardı. Kitaptan bir sayfa açarak bana okutturdu. Okudum, yanlış yerleri düzeltti, gözleri doldu. Ben elini tutup öpmek istedim; ancak benden atik davrandı ve elimi birkaç kez öptü. Etkilendim. Bu hareketi ziyaret ettiğimiz evlerde de tekrar etti. Onlar vesilesiyle rızıklandırıldığımızı düşünerek daha fazla zaman geçirmek istedimse de programımızın yoğunluğundan dolayı yaşlı bir çift göz, dua eden bir dil ve müderrisliği hâlâ devam ettiren bir zihinle vedalaştık. Odasında çıkmadan bana kalem kağıt verdi ve bana adresimi yazmamı söyledi. Yazdım ve kendisine verdim. Ben odadan ayrılırken o gözlerini silkiyordu; biz ise yürek pasımızı. Buluşmak mı? İnşallah Ebedi Yurtta.
Beja'da evleri tek tek ziyaret ederek Ramazan kolilerini dağıttık. Girdiğimiz evlerde tam anlamıyla içler acısı bir manzara vardı. Ziyaret ettiğimiz evlerin çoğunda yatalak hastalar mevcuttu. Termometreler 45 dereceyi göstermesine rağmen ekibimiz elhamdulillah iyi bir gayretle ülkemizdeki kardeşlerimizin tasaddukları olan emanetleri sahiplerine ulaştırdık. Beja kentinde gıda dağıtımımız bittikten sonra yine bu kente bağlı olan Thibar ilçesine gittik. Yolda Amel Vakfı'nın yöneticisi Nasreddin Bahrini bize "size bir süprizim var" diyip duruyordu. Thibar'a vardığımızda gayet güzel Türkçe'siyle "buyurun, hoş geldiniz" diye biri bizi karşıladı. Bizi karşılayan kişinin adı Abdullah Jeljeli idi. Felsefe bölümü mezunu. Binlerce km uzakta ekipteki arkadaşların yarım İngilizce ve bizim de çeyrek Arapçayla iletişim kurmaya çalışırken bir anda dil problemi ortadan kalktı. Gerçekten bizim için sürpriz oldu.
Thibar kentinde de ev ev dolaşarak Ramazan kumanyalarını dağıttıktan sonra Abdullah Bey bizi kendi köyü olan Jubbe'ya götürdü. Jubbe Tunus'un en bereketli topraklarının bulunduğu bir yer. Zeytin ve inciri meşhurmuş. Mağrıp bölgesinin zeytin ihtiyacını bu köy ve bu köyün bulunduğu bölge sağlıyormuş. 45 derece sıcaklık ve bu sıcaklıkta ev ev dolaşarak emanetleri sahiplerine teslim etmek bizi bir hayli yordu. Ruhsatımız olmasına rağmen "Tutmanız sizin için daha hayırlıdır" emrine uyarak zorlansak da orucumuzu tuttuk. Jubbe köyünden çıkan soğuk suda serinlemeye çalıştık. Abdullah Jeljeli abinin gönül sofrasında iftarımızı açtık. Abdullah Jeljeli abi 94'te mezun olduktan sonra İslami Hareketin içinde olduğu için hakkında yakalama kararı verilmiş. O da Türkiye'ye Hicret etmiş. İstanbul Fatih'te oturarak şirket kurup ticaret yapmış ve böylece Türkiye'de yaklaşık on yıl geçirmiş. Güzel Türkçe'sinin sebebi buradan geliyor. İçindeki yangın ve azim onu boş bırakmamış. Tunus'u tutsak eden prangalardan kurtarmak için hep uğraşmış. Elhamdulillah başardılar da. Ocak devriminden sonra Tunus'a dönmüş. Thibar'da Rahime adlı Amel'le işbirliği yapan bir vakfın başkanı ve aynı zamanda Nahda Hareketinin Thibar sorumlusu olarak gayret sarf etmeye devam ediyor.
Abdullah Jeljeli abiyi bulmamıza sevindik; çünkü Tunus'un geleceği ve Nahda'yi iyi bilen birinden; işin mutfağından bilgi alacaktık. Evinde geçirdiğimiz dört saat bize yetmedi; ancak dil problemimizin olmadığı bir haber kaynağımız var artık Tunus'ta. Beşinci günü ilk iş olarak uçak biletlerinin kesin saatini öğrenmek için havaalanına gittik. Biletlerimizi aldıktan sonra Sıddıka Terzi ve Merve Muhtancı'yla birlikte TİKA'ya gittik. TİKA Tunus koordinatörü ve yardımcısıyla bilgi alış verişinde bulunduk. Benim için ikinci bir sürpriz ise koordinatör yardımcısının İstanbul'dan tanıdık biri çıkmasıydı. TİKA Tunus'ta üç yıl önce ofis açmış. Artık kalıcı ve istihdama yönelik yatırımlar yapmanın vaktı diyor koordinatör. İHH, TİKA ve diğer yardım kuruluşları olarak özelde Tunuslu kardeşlerimiz için; genelde tüm insanlık için "umut" taşıdığımızı, koparılan ümmet bağlarının yeniden tesisi için "öncüler" olduğumuzun idrakinden dolayı hamd ettik, vedalaşarak TİKA'dan ayrıldık. Günün akşamı Amel Vakfı'na gittik. İftarımızı vakıf merkezinde yaptık. İftar öncesinde sünnet ve Ramazan kumanyaları için ödememiz gereken tutarı Amel vakfı yetkilileri ve ekip arkadaşlarımızın huzurunda teslim ettik. Altıncı gün tarihi Zeytuniye Camii çarşısında bir iki hediyelik eşya aldık ve Tunus'a veda ederek dönüş için havaalanına gittik. Ziyaret ettiğimiz, kaderi/kederi bir olan diğer kardeş ülkelerde olduğu gibi bir "parçamızı" da Tunus'ta bırakarak ayrıldık.
Altı günlük ziyaretimiz boyunca İHH'nın kardeş kuruluşu olan Amel'in çalışmalarını, yöneticilerinin halk nazarındaki itibarının çok iyi olduğuna şahit olduk. Amel aynı zamanda TİKA'nın da partner kuruluşu. Ziyaretimiz boyunca Nasreddin Bahrini, Dr. Wided, Muhyiddin Ferjani ve diğer görevliler bir an olsun bizi yalnız bırakmadılar. Sünnet ve Ramazan gıda dağıtım organizasyonları başarılıydı. Fedakârlıklarını insancıl duygulardan değil; Allah için yaptıklarına şahit olduk. Tunus'taki kardeş kuruluşumuz olan Amel'in yöneticilerinin ümmet şuuruna sahip, fedakârlıktan kaçınmayan insanlardan oluşması ekibimizi sevindirdi.
Tunus 1881 yılına kadar Devleti Âli Osmaniye'nin; yani ümmetin bir parçası iken bu tarihten sonra Fransız sömürgeciliğini yaşamış ve 1956 yılında bağımsızlığını elde etmiştir. 1956 yılında bağımsız bir devlet olmuş ama sömürgecilikten kurtulamamış. 6 Ocak devrimine kadar tüm liderler elbirliğiyle örtülü sömürgeciliği devam ettirmişler. Özellikle ilk devlet başkanı zamanında İslam'a dair ne varsa hepsini yasaklamış. Dükkânında, iş yerinde Kur'an okumak yasak, kadınların başörtülü bir şekilde sokağa çıkmaları bile yasaklanmış.
Tunus'ta açık bir Fransız tahakkümü söz konusu. 6 Ocak devrimin son gününe kadar gemilerle silah göndermiş sivil halka karşı kullanılsın diye. Arap baharı devrimlerinin başlangıç noktası olan Tunus'ta, devrimden sonra Raşid Gannuşi başkanlığındaki Nahda Harketi tek başına iktidar olmuş. 4 yıllık zaman zarfında Nahda hükümeti üst üste ülke %4 büyüme gerçekleştirmiş. Sadece inandıkları din ve temsil ettikleri düşünceden dolayı liberaller, laikler ve sosyalistler Nahda'ya karşı halkı sokağa dökmeye çalışmışlar. Erken seçim kararı olan Nahda şimdi iktidarı eski devrik liderin adamlarının kurduğu parti ile paylaşıyorlar. Tunus'ta başlayan Arap Baharını, hazana çevirmek istemişler. 2015 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nahda, aday çıkarmayarak karşı bloku dağıtmak istemiş ve kısmen de başarılı olmuş. Artık kimse sokağa çıkmaktan bahsetmiyormuş. Nahda bu sayede 6 Ocak devrimlerinin kazanımlarının heba olmasını engellemiş. Elhamdulillah Tunus, Libya yada Mısır olmamış.
Tunus'un açmazlarından biri de kültürel sömürgecilik. 75 yıl kaldıkları Fransız sömürgeciliğinin izleri hâlâ devam ediyor. İlkokul 4. sınıftan itibaren tüm dersler Fransızca görülüyor. Sokakta konuşulan dil Arapça-Fransızca karşımı bir dil. Tunus'u dilencilerin bile Fransızca konuştuğu bir ülke diye adlandırsak hiç abartmış olmayız. Tunus'taki dil istilasını görünce merhum Muhammed Hamidullah'ın bir anısını paylaşmak geldi aklıma. Hoca İstanbul'da öğrencilere konferans verdikten sonra soru-cevap bölümünde; dil pratiği için hangi ülkeye gidelim diye sormuşlar. Hoca ses tonunu yükselterek en güzel Arapça pratiğinin İstanbul'da olduğunu ifade etmiş.
Dil konusunda kendimize de pay çıkarmadan olmaz. Tunus'ta kendimizi o kadar motive ettik ki ekip arkadaşlarımızdan Sıddıka Terzi Türkçe yerine bize İngilizce hitap etmesi ziyaretimizin unutulmazları arasında yerini aldı. Tunus ziyareti bana dil konusunda mesuliyetimin büyük olduğunu hatırlattı. Mezuniyetten sonra Arapçadan kala kala bana çeyrek bir şeyler kalmış.
Trabzon İHH İnsanı Yardım Derneğinden beş kişilik bir ekiple Tunus'u ziyaret ettik, sünnet ve Ramazan kumanya yardımlarını dağıttık ve başka neler yapabiliriz buradaki kardeşlerimiz için diye kafa yorduk. Neticesinde bir yatılı okul, bir mobil hastane, bir de içme ve sulama suyu ihtiyaçlarının acil olduğu kanaatine vardık. Bu ihtiyaçlar projelendirilerek İHH tarafından gerçekleştirilecektir.
Lokman İPEK / Tunus / 24.06.2015